Fikroloji
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İslam, Demokrasi, Hukuk

Aşağa gitmek

İslam, Demokrasi, Hukuk Empty İslam, Demokrasi, Hukuk

Mesaj  Benlioğulları Paz Haz. 27, 2010 6:20 pm

İslam, Demokrasi, Hukuk

(Kısaltılmıştır.)

Tüm toplumlar sosyal hayatta adaleti sağlayan, iyiyi kötüyü doğruyu-yanlışı birbirinden ayıran bir sosyal sisteme muhtaçtır. Düzenin en sağlam ayağı, sosyal muvazene, kaos düzeninin tek engelleyicisidir. Genelde belirli bir zümrenin elinden çıkan ve sosyal hayatın belirleyicisi hukuksal düzenler, belirli bir süre varlığını sürdürse de bir gün tarihe gömülür veya köklü reformlar geçirir. Çünkü insan müdahalesi hiçbir zaman mükemmelliği ve kalıcılığı sağlayamayacağı gibi kusur barındırmaya mahkûmdur.

Bir sistem tasavvur edelim ki bin dört yüz senedir tatbik edilmesine rağmen reforma uğramamış, geçersizliği ispatlanamamış, ortaya koymuş olduğu değerler yüzlerce yıl sonra evrenselleşmiş ve günümüzde tüm insanlık tarafından model kabul edilen Modern Avrupa Hukuku’nun temel dinamiklerini oluşturmuş olsun. Büyük medeniyet kabul edilen Roma, Pers, Çin ve Mısır medeniyetlerinde kadın ve çocuk, değil sosyal haklara sahip olmak, kum yüklü develer kadar değer görmüyorken, hatta cinsel arzuların tatmininden ve fitne üretmekten başka işe yaramayan zavallı yaratıklar olarak görülürken, hala hikmetleri tam anlaşılamayan bir sistem, cumhuriyet, eşitlik, empati ve farklılıklara saygı gibi o dönemde bir mana ifade etmeyen kavramları hayata geçirmişti.

Batı’da devlet-imparatorluk hukuksal-anayasal gelişimi 12 Levha Kanunları ile başlamış, Codex ile 529’da anayasal sisteme oturmuştur. Bu dönemden sonra kilisenin keyfi uygulamaları “Batı”yı etkisi altına almış; İslam eserlerinin yeşerttiği Aydınlanma Çağı’nın parlak meyveleri, Amerika Bağımsızlık ve Fransız İnsan Hakları Beyannameleri, sisteme değiştirinceye kadar hükmü sürdürmüştür. Bu dönemden sonra da hukuk üretme çılgınlığı altında ezilen ve kontrolden çıkan Avrupa milletleri 1200yıl sosyal buhran yaşamamış; kargaşa doğuran durumlarda sosyal tabanda yükselmemiş, aksine siyasi zeminden halka mal edilmeye ve çalışmıştır. İslam barışı ve uhuvveti bu coğrafyanın havasına suyuna işlemiştir.

Bu parlak pencereye rağmen son yüzyıllarda “Batı”daki doğu taklitçiliği ve bizim ulema-aydın kesimimizin statükoyu koruma sevdası bizi teknikte geri bırakmış; bu dönemden sonra terazinin kefeleri tersine dönmüştür. Yeni yetişen İslam Havzası aydınları, bu harabeyi inşa etmek zahmetine girmek yerine üzerini kireç ve toprakla örterek yeni ve temelsiz bir bina inşa etmeye çalışmışlardır. Ulu Önder bu konuda “Düşmanlarımız tevakkuf ve inhitatamızı Din’e atfediyorlar. Bu bir hatadır. Âlem-i İslam, hakikat-i Diniye dairesinde Allah’ın emrini yapmış olsa idi, bu akıbetlere maruz kalmazdı.” demiştir.

II. Dünya Savaşı’nda inandığı tüm değerlere ihanet ederek ne Hıristiyanlığa ne de Hümanizm-Modernizm anlayışına uygun hareket etmiş, tarihte eşi benzeri görülmemiş vahşet destanları yazmışlardır. Bu ayıbı örtbas etmek ve tekrarını engellemek için üretilen Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi(1948), Hz.Muhammed’in veda hutbesinin güncel metni denecek kadar hutbe ve Medine sözleşmesi ile benzerlik arz etmektedir. Yüzyılımızın eşitlik ve özgürlük sembolü olan beyannamenin düsturları, Eski Dünya Kıtalarının yarısında İslam dini ile yaşanmakta, Kitab’ıyla her gün zikredilmektedir. Zaten hukuk medeniyeti Avrupa’nın(!) meşhur hukukçularının katıldığı 1937 Lahey Konferansı’nda, İslam Hukuku’nun özgün ve “Avrupaî” bir hukuk sistemi olduğunun kabulü gereğinden fazla ironik değil mi?

Avrupalının İslam’a ve Kitab’ına “çağdışı” ve “yabani” denmesi, kendi aydınlarına ve tarihçilerine kulaklarını kapamasıdır. İmam-cemaat, müderris-talebe, şeyh-molla, ilişkisini hayvan-sahip ilişkisi gibi lanse eden ve bizi bile bize dair bu yalanına inandıran Batı’nın mütefekkirleri toplumları gibi düşünmemektedir. İslam’ın demokrasi(Al-i İmran 159.ayet) ve istişare(Şûrâ 38.ayet) anlayışını ve Hulefa-i Raşidin(Dört Halife-Cumhuriyet Dönemi) dönemini biraz inceleyen batılı mütefekkirler(Voltaire, Prens Bismark, Dr.Moris, Gaston Şarl, Michovd, James Michner, Hammer) kabul ediyorlar ki İslam, bir demokrasi ve hoşgörü dinidir. Sultan Hamid’in Hocası, ünlü oryantalist Vambery “Hâlâ dünyanın en demokratik dini İslam’dır.” demektedir. Necip Fazıl İslam-Cumhuriyet ilişkisini şu ifadeyle ortaya koyar: “Demokrasi lafsıyla değil, hakikatiyle İslam’dadır. Cumhuriyet, hakikatiyle Allah’ın emridir.”(Sahte Kahramanlar)

Yazılı veya sözlü hukuk ile sosyal hayat arasındaki ilişki etle tırnak gibidir. Bugüne kadar vücut bulan tüm hukuki metinler toplumdan, toplum hayatından esinlenilerek tümdengelim mantığında kaleme alınmışken, İslam toplumlarını hayatlarını Kur’an-ı Kerim’e göre şekillendirmiş, onu hakkiyle tatbik ettiği sürece en ufak kargaşaya, reforma veya toplumsal kutuplaşmaya zemin oluşmamış; toplumsal bütünlüğün sağlandığı bu toplumlar Dünya’ya hükmetmiştir. Dünya’nın ilk çok uluslu cumhuriyet ve demokrasi sisteminin, insan haklarının ve sosyal adalet anlayışının temel dinamiğini oluşturan bu kutlu metin, kendisine sadakatsizlik gösteren ve şu anki aciz durumuna düşen İslam milletleri için “terakki”nin yeni ve değişmez referansı, varlığından söz edilebilecek tüm sosyal zeminlerin şekillendiricisidir.

“Umulur ki, Allah sizinle o kâfirlerden düşmanlık ettiğiniz kimseler arasında dostluk meydana getirir.” Mümtehine Suresi 4-7 ayetleri
Furkan Yavuz Benlioğulları

Benlioğulları
Admin

Mesaj Sayısı : 13
Kayıt tarihi : 26/06/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz